21 Aralık 2014 Pazar

Vay bee...

      Kimi cümlelerin sonu çıkmaz noktaya, ya virgül koyarsın susamazsın ya da yarım bırakırsın karalarsın. Üç noktadır hakkı cümlenin lakin üç nokta belirsizliğinde bırakmaya da kıyamazsın...
      Alt tarafı cümledir oysa değil mi? Peki üst tarafı? Oraya hayat diyebilir miyiz? En büyük sorun da şudur ki; noktası olmayanın cümlesi de pek tamamlanmıyor. Hani ya eksik oluyor tuzu, ya içi pişmemiş, ya suyunu çok çekmiş. Doyuruyor da tat vermiyor. Mevzunun ne olduğu hakkında bi fikre sahip olmasa da okuyucu, yakıştırıveriyor hayatının bir kesitine cümlelerimi. İyi de yapıyor. Evet evet kimse her şeyi sonuna dek yaşayamıyor. Ansızın aklıma bir çift göz takılıyor. Virgülle bağladığı cümlelerini düşünüyorum. Vay bee... Hala düşünüyorum.
      Okuduğum bir yazının tesirinde dağıla dağıla ve toparlamadan yazıyorum. "Bırak dağınık kalsın " diyorum devam ediyorum. Biz demiş yazıda zat-ı muhterem. "Öyle bir yabancılık, öyle bir bizsizlik..." demiş ardından. İnsan bir kez biz oluyor ve sonra onu kaldırıyor bir kenara herhalde. Bir kez " biz" olup sonra defalarca "bizler" oluyoruz. Eklendikçe hayatımıza yeniler, küçülüyoruz. Merkez uzaklaşıyor çevreye. Geometri bilmesem hesaplayamayacağım korkarım yalnızlığımı. Vay bee...
     İnsan yorum yapamayınca, aklındaki onlarca cümleden birini yakalayıp da harflerle bağlayamadığında ve söylese de değişecek bir şey olmadığında demiyor mu bunu? "Vay bee..." Biz hala hayatta, Biz biraz değişimle uzaklarda ve biz ikinci tekillerin yaşamını birinci çoğul yapmaktayız. Hangi biz birbirimizin hala aklında kalmakla yetinmeyip hayatındayız? Biz değiliz o kesin ...
                                İkinci tekile sevgilerle...

6 Aralık 2014 Cumartesi

"-mış" Gibi Yaşayanlar Derneği

Nasıl mı hissediyorum?
 Sindirilmeye hazır besin parçası gibi. kime ne yararım olduğundan bihaber vazifemi icra ediyorum, ettiriliyorum. Henüz  varış noktasını bilmediğim lakin herkesin geçtiği yollardan oldukça hızlı şekilde ilerliyorum. Kim bilir belki hızla kana karışırım belki o kadar da işe yarar biri değilimdir, bağırsaklardan işe yarar yerlerim emildikten sonra malum sona "işte gerçek hayat" diye kendimi bi bok sanır atlarım... İyi ya belki toprağa karışırım. Belki de toprak bana karışır...

Nasıl mı hissediyorum?
Bir insan bu kadar mı az ders alır hayattan diye beynimi kaybetmişcesine ve beyin var diye o boşlukta, yıllarca kendimi avutmuşçasına biçareyim. Herkesi anlayamamanın normal olduğunu bilmeme rağmen neden anlayamadığımın ironisiyle yıkılıp her defasında yeniden kendime bir şans daha veriyorum. Yoksa kendime şans verdiğim için mi yanlış yapıyorum? şansı başkasının bize vermesi doğrudur belki, belki de hiç biri.

Nasıl mı hissediyorum?
Acaba gerçekten hissediyor muyum yoksa ezberden mi gidiyorum? Olması gereken olmadığında düzenimi bozuyor, mutlakiyete koşuyorum. Koşuyorum da vardığım yer nefessiz kaldığım onca yola değer mi hesaplamıyorum. Sınırsız zamanlara sahibiz algısıyla yaşadığımız bu sınırlı zamanlarımızı nasıl da anlamsızca tüketiyorum... Felsefeyle de karın doysaydı işsizler de işsiz kalmazdı gerçi.

Nasıl mı hissediyorum?
" -mış"  gibi "-miş" gibi. Ne hissetmem gerekiyorsa öyle işte. İçime sormadan, mantığıma danışmadan. Ne gerekiyorsa onu yapıyorum. Gerekmiyor ki...